Oyun nedir? Oyun çocuğun doğumundan itibaren dış dünyayı tanıması, keşfetmesi ve aktif bir kişi olarak yetişmesindeki en büyük yardımcıdır. Taklit becerisini geliştiren, öğrenmeyi kolaylaştıran, günlük yaşam becerilerini kazandıran, anne-baba ve sosyal çevre ilişkilerinin gelişmesini sağlayan gerçek yaşam demosudur.
Oyun çocuğun en önemli işidir. Hangi çocuğa sorarsak soralım en çok yapmak istediği şeydir oyun. Hatta öyle zamanlar olur ki yemek yemeyi, tuvalete gitmeyi bile oyun oynamak uğruna reddedebilir.
Oyunların çocuklar üzerindeki etkileri nelerdir?
En önemli katkısı problem çözme becerisi geliştirme olan oyunun, çocuğun gelişim alanlarında daha birçok etkileri vardır. Sorumluluk almak, karar verme becerisi geliştirmek, risk almak, paylaşmak, yardımlaşmak, kural belirlemek, kurallara uymak, sıra beklemek, hak adalet ve eşitlik anlayışı geliştirmek, özgürleşmek ve özgünleşmek, araştırmak incelemek, analiz etmek, senteze varmak, neden sonuç ilişkisi kurmak, yaparak-yaşayarak öğrenmek, doğru, yanlış, iyi, kötü, güzel, çirkin gibi kavramları öğrenmek, pekiştirmek ve genellemek ve daha birçok sosyal beceriler, fiziksel beceriler, duygusal beceriler ve dil gelişimi gibi alanlarda sürekli taş taşın üzerine koyarak ilerleme kaydetmesini sağlar.
2-6 yaş aralığında bulunan her çocuğun günün en az 6 saatini oyun oynayarak geçirmesi gerektiğini düşünen uzmanlar bu noktada hemen her ebeveynin tek başına çocuğa yetemeyeceği kanısındadırlar. Yavrularımız bizlerle oyun oynamak istediklerinde onlara ihtiyaçları olan vaktin tamamını verebilmek günümüz şartlarında (çalışan anne-baba) oldukça zor. Bu sebeple anaokulları ve kreşler çocuğun oyun ihtiyacını karşılamak için en elzem noktalardır. Çünkü her çocuğun yaşıtları ile büyümeye hakkı vardır. Bu noktada biz ebeveynlere düşen yavrularımıza ihtiyacı olanı elimizden geldiğince kendimiz vermek, eğer hayat şartlarımız elvermiyorsa oyun ihtiyacını karşılayacakları profesyonel ellere yavrumuzu emanet etmek…
Anaokulu seçerken dikkat etmemiz gerekenler nelerdir peki?
Birçok ebeveynin yavrusunun bu ihtiyacını fark ettiğinde aklını tırmalayan bu soruya da bir cevabımız var.
Önceliğimiz SEVGİ olmalı. Ancak düştüğümüz yanılgı bu noktada şudur ki: okulların çoğu yalnızca kurucuların size gösterdiği o sıcak gülüş, içten tavırlarla sınırlı zannedip (yani reklamları izleyip), yavrularımızın içerde kurucu ile değil, öğretmen ile kaderiyle baş başa olduğudur. Aldanmayın. Öğretmenlerle tanışın, sohbet edin, vakit geçirin. Siz ne kadar anlayışlı, olgun ve sakin davranırsanız aranız ne kadar iyi olursa öğretmen de yavrunuza dört elle sarılacak, kendi yavrusu gibi öpüp koklayacak, kendi arkadaşı gibi oyunlar oynayacak, kendi öğrencisi olarak da eğitimine o denli özen gösterecektir.
Velilerin bu noktada yanlış sergilediği tutum ise şudur: samimi ve yakın davranmak, sınıfın mutfağından haberdar olmak; öğretmenin öğretmenliğini sorgulamak, eleştirmek ya da akıl vermek, kısaca ona işini öğretmek değildir. Siz tam olarak okuldan ve öğretmenden beklentinizi net bir biçimde açıklayıp, gerisini öğretmenin eğitim tarzına bırakmalısınız. Kendi sektörünüzden olmayan birisi (hatta kendi sektörünüzden dahi olsa bile) yaptığınız işi eleştirdiğinde, yargıladığında, sorguladığında, bilmiş bilmiş davrandığında ne hissediyorsanız, öğretmenler de aynı şekilde bu durumdan irrite olup sizden ve yavrunuzdan uzaklaşabilmektedir. Unutmayınız. Onlar yavrunuzun annesi değil, öğretmenleri. Şefkatli kucak açmış olmaları yavrunuza analık edebilecekleri anlamına gelmez.
Nitekim karşınızdakinden çok fazla şey beklemek sizi yıpratır, karşınızdakinin ise tahammülünü tüketir. Yavrunuzun, oryantasyon dönemi bitip de okula adaptasyonu tamamlandıktan sonra, öğretmenin yavrunuza doğru biçimde davranıp davranmadığını, içerde mutlu olup olmadığını kapıdaki vedalaşmalarından da kolayca anlayabilirsiniz. Yavrunuz ayrılırken öğretmenine sevgiyle sarılıyorsa, öğretmeni yavrunuzu koklayarak öpüyorsa, evde öğretmencilik oynadığınızda kendisi öğretmen, siz öğrenci rolüne büründüğünüzde onun ağzından size sevgi dolu söylemler, minik minik ‘aferin’ler, ‘yeniden dene başarabilirsin’ler duyuyorsanız, mutlu olun ve çok kurcalamayın. Emin ellerdesiniz.
Sonraki adımımız öğretmenleri yöneten kişinin EĞİTİM SEVİYESİ VE ANNE OLUP OLMADIĞIDIR. Bu detay en önemli detaydır. Çünkü annelerimizden de hep böyle duyduk biz yıllarca: ‘Anne olunca anlarsın.’ hissettiğimiz korkuları, yaşadığımız tedirginlikleri, acaba gerçekten güvenmeli miyim, acaba yavrum güvende mi, akşama kadar oynadığı ortam temiz mi, hijyenik mi, karnı tok mu yoksa ‘yediğin kadar ye yemezsen sen bilirsin, bir sonraki öğüne kadar aç kalırsın’ deyip yavrumu sofradan aç karın kaldırdılar mı, gibi bir çok soru aklınızı kemirmez. Çünkü yönetici annedir ve ne kadar profesyonel bilgi birikimine sahip olsa da yine de yönetimini bir annenin vicdanıyla, bir annenin sevgisiyle, bir annenin özverisi ile kısacası anne kalbi ile yapacaktır.
Bir sonraki adıma baktığımızda karşımıza kurum olarak benimsedikleri eğitim yaklaşımları, sınıf yönetimi alanında uyguladıkları yöntemler, eğitim sırasında uyguladıkları teknikler kısacası PROFESYONELLİKtir. Ancak bu sorarak öğrenebileceğiniz bir şey değil maalesef. Bunu ancak oryantasyon günlerinin sonlarına doğru (derse misafirlik döneminizde) görebilirsiniz. (–ki bu kadar şeffaf bir okul bulabilirseniz bir ihtiyaç sahibini doyurun )
Günümüzde tüm dünyaca kabul görmüş, geliştirilmeye müsait modern eğitim yaklaşımlarını inceleyin ve gün içinde kurumun sizinle paylaştığı etkinlik fotoğrafları ile kıyaslayın. Yapılan etkinliklerin gerçek yaşama yakınlığını inceleyin. Anaokulları çocukların dört duvar arasında bir masaya oturup sınırlı boyama yaptıkları, oyun hamuru mıncıkladığı yerler olmamalıdır çünkü. Çocuğunuz toprakla haşırneşir mi, önlüğünü bonesini takıp mutfağa giriyor mu, eldivenlerini gözlüklerini giyinip bilim atölyesinde çalışıyor mu, kaç yabancı dil öğreniyor, ahşap atölyesinde sadece boyama mı yapıyor yoksa boyayacağı ahşabı kendisi çizip kesip yapıştırıyor mu, seramik çamuruyla üzeri kirleniyor mu, kâğıtları değil ellerini ayaklarını ya da arkadaşlarını boyuyor mu? Siz birazcık hastalanmışken kendisine basit bir sandviç hazırlayıp karnını doyurabiliyor mu, ev işlerinde size yardım etme isteğinde bir artış var mı, oyuncaklarını kendisi toplayabiliyor, yatağını kendisi düzeltmeye çalışıyor mu? Kısacası gerçek hayata ufak ufak hazırlanıyor mu?
Tüm bu adımların ışığında yavrunuzu emanet edebileceğiniz bir okul buldunuz, bu okuldan emin oldunuz, yavrunuz mutlu, sizler mutlusunuz. Şimdi kendinize bir kahve koyup ayaklarınızı huzurla uzatınız ve akşam yavrunuzla birlikte oynayacağınız en az bir oyun tasarlayınız. Unutulmamalıdır ki ana-baba ile her gün geçirilen kaliteli bir yarım saatçik yavrunuzun özgüvenini, aidiyet duygusunu, sevgi ihtiyacını, güvenli aile dinamiklerini dengede tutar ve olması gereken çizgide her anlamda sağlıkla ilerleme kaydetmesini sağlar…
29Nisan2019